Marmara Denizi altındaki fay sistemlerinin durumu, ülkenin en kritik jeolojik tartışmalarından birini oluşturuyor. Prof. Dr. Şener Üşümezsoy, Rudaw’daki açıklamasında Adalar ve Çınarcık fay segmentlerinin milyonlarca yıldır kırılmadığını; dolayısıyla “ölü fay” kabul edilebileceğini savunuyor. Buna karşılık, Prof. Dr. Naci Görür ve Prof. Dr. Celal Şengör gibi isimler, söz konusu segmentlerin aktif olduğunu; gerilim biriktiğini ve beklenen büyük bir depremin bu “sessiz” bölgelerden birinde tetiklenebileceğini öne sürüyor.
Usumezsoy’a göre, günümüzde İstanbul açıklarında yıllardır büyük bir deprem olmaması, Adalar Fayı başta olmak üzere bazı hatların artık kırılma potansiyelini yitirdiğini işaret ediyor. Bu görüş, “sismik sessizlik” kavramını doğrudan “bitmiş aktivite” ile eşleştiriyor. Ne var ki jeodezik ölçümler (GPS, InSAR) her yıl mm’ler düzeyinde sağ yanal kayma ve sıkışma ortaya koyuyor; deniz tabanı sismik refleksiyonları da fay düzlemlerinin hâlâ süreksiz ve kırılmaya hazır olduğunu gösteriyor.
Görür ve Şengör’ün savı, sessizlik yerine “kilitlenmiş segment” hipoteğine dayanıyor: Uzun süre çatlamayan kilitli fayların, büyük enerji depolayarak ani ve yüksek büyüklükte depremler üretme ihtimali var. Tarihsel kayıtlarda 1894 ve 1912’de Çınarcık ve Tekirdağ–Silivri hattında yaşanan büyük depremler, bölgenin hâlen kırılgan olduğuna dair kanıt sayılıyor. Ayrıca son on yıllarda tamamlanan denizaltı sondajları, geçmişteki büyük kırılmaların tortul kayıtlarını gün ışığına çıkardı.
Bu fikir ayrılığı, yalnızca akademik bir tartışma değil; 15 milyona yakın nüfusun yaşadığı metropol bölgesi için hayati bir risk değerlendirmesini de kapsıyor. Eğer “sessiz” segmentler gerçekten ölü ise, olası büyük sarsıntılar daha uzak faylarda kalabilir. Ancak keza “kilitli” segmentlerse, beklenen 7,2–7,6 büyüklüğündeki bir deprem doğrudan Marmara kıyı şeridini ve İstanbul’u vurabilir.